SAVUNMA SANSÜRLENEMEZ!
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Sayın Av R. Erinç Sağkan'ın Yargıtay'da gerçekleştirilen Adli Yıl Açılış törenindeki konuşması, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Cumhurbaşkanlığı tarafından belirlenen tek yayın organınca yayınlanmamıştır. Bu tutum, iktidarın savunma makamına yönelik sansürcü tavrını ısrarlı bir biçimde devam ettirdiğini açıkça göstermektedir. Birlik Başkanımızın binlerce avukatın sesi olarak yaptığı konuşmanın sansürlenmesi, Anayasa'da teminat altına alınan basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkının da açık ihlalidir. İktidarda bulunanlara, savunmanın hak ve özgürlüklerin teminatı olduğunu, tüm kamu adına demokratik hukuk devletinin gereklerine uygun davranılmasını beklediğimizi hatırlatır; hukukun üstünlüğüne olan inancımızla Birlik Başkanımızın konuşmasını kamuoyu ile paylaşırız.
TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ BAŞKANI AV. R. ERİNÇ SAĞKAN’IN 2023-2024 ADLİ YIL AÇILIŞ TÖRENİNDE YAPTIĞI KONUŞMANIN TAM METNİ
Sayın Cumhurbaşkanım,
Sayın Yargıtay Başkanım,
Sayın Avukat, Yargıç ve Savcı
Meslektaşlarım, Değerli Konuklar,
Karşınızda, yalnızca avukatların meslek
örgütleri olan ve 180 bini aşkın üyeye sahip baroların çatı örgütü Türkiye
Barolar Birliği Başkanı olarak değil, 85 milyon yurttaşımızın en kutsal ve
temel haklarından olan savunma hakkının temsilcisi olarak bulunuyor ve hepinizi
saygı ile selamlıyorum. İçinde bulunduğumuz dönemde, temel ve evrensel insan
hakları için her doğan günde mücadele veren, dünyanın diğer ülkelerinde aynı
mesleği icra eden meslektaşlarından çok daha büyük zorluklara göğüs gererek,
adalete kimin ihtiyacı varsa bizzat orada bulunarak savunma hakkının
kutsallığını ve adil yargılanma ilkesini kâğıt üzerinde bırakmayan tüm meslektaşlarıma
teşekkür ederek başlamak isterim. Onlarla aynı mesleği paylaşmanın onurunu ve
gururunu hissetmediğim tek bir günüm dahi yok.
Bundan tam 365 gün önce, yine sizlerin ve
tarihin huzurundaydım. Geçen zamanda aramıza binlerce yeni meslektaşımız
eklense de ne yazık ki bir gecede 122 ömür eksildik.
6 Şubat 2023 sabahından beri hiçbir şey
eskisi gibi değil… Binlerce yurttaşımızı, onlarca meslektaşımızı, ülke
tarihinin gördüğü en büyük trajedide kaybettik. On binlerce meslektaşımızın
ailelerini, en yakınlarını, evlerini, iş yerlerini tek bir gecede kaybetmesine
şahit olduk. Şimdi anlıyoruz ki; anlatılarda 40. gün hafifleyeceği söylenen
yasımız, günlük ya da aylık değil ömürlüktür. Bugün üzerimde taşıdığım bu
cübbenin, duvarları yıkılmış bir bina içerisinde, her şeye inat dimdik ayakta
durduğu o fotoğrafın da, depremden itibaren hem ruhen hem de fiziken bir araya
gelen Baro başkanlarımızın, yönetim kurulu üyelerimizin, baro emekçilerimizin
ve bütün meslektaşlarımızın dünyada bir emsali daha olmayan dayanışması da
gözlerimin önünden hiçbir zaman gitmeyecek.
Depremde yıkıma maruz kalan on bir ilimizde
yaklaşık 17 bin meslektaşımız bulunmaktaydı. 10 binden fazla sayıda
meslektaşımızın ofisleri ve/veya evleri depremden doğrudan etkilendi ve
kullanılamaz durumdadır. Bir başka deyişle, Türkiye’de yaşayan her 15 avukattan
biri, evini veya ofisini kaybetmiştir.
Türkiye Barolar Birliği, depremin ilk
anından itibaren acil durum masasıyla çalışmalarına başlamıştır. İlk günün
sabahında Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarımızla deprem bölgesine ulaştık ve
gelişmeleri yerinde inceledik. Adalet Bakanlığıyla görüşerek yurttaşların ve
avukatların hak kayıplarının önlenebileceği önerilerimizi paylaştık. Gerek
temel ihtiyaç malzemelerinin bölgeye ulaştırılması, gerekse barınma ihtiyacı gibi
acil durumlar için bütün kaynaklarımızı seferber ettik. Çok sayıda suç
duyurusunda ve hukuki girişimde bulunduk, hukuki süreçleri kararlılıkla takip
ediyoruz. Hukuk rehberi ve videolar hazırlayarak yurttaşların hukuki bilgi
sahibi olmasına yönelik çalışmalar gerçekleştirdik. Depremden sonraki on gün
içerisinde Enkaz Radarı uygulamasını hayata geçirerek, sorumluların cezasız
kalmaması ve adaletin tecelli etmesi için delil toplanması çalışmalarına
yüzlerce meslektaşımızla bilfiil katkı sunduk.
Türkiye Barolar Birliği Başkanı olarak, bu
büyük ailenin ve dayanışmanın bir parçası olmaktan onur duyduğumu ifade etmek
isterim. Yola çıkarken “hiçbir meslektaşımız ve baromuz yalnız, hiçbir
yurttaşımız savunmasız kalmayacak” demiştik. Tarihin en ağır afetlerinden birini
yaşarken bu sözümüzü tutabilmemize vesile olan büyük mesleki dayanışmamızın
bileşenleri Baro Başkanlarımıza, yönetimlerimize, meslektaşlarımıza ve baro
emekçilerimize şükranlarımı sunuyorum. Ancak bu ağır süreçte, özellikle
depremzede meslektaşlarımızın, vatandaşlarımızın haklarını savunmak için tekrar
ayağa kalkabilmeleri ve mesleğimizin onuruna uygun şekilde çalışma koşullarının
oluşturulmasını teminen kurumlara ilettiğimiz taleplerin, iki ilimizde
valilikler ve belediyeler tarafından verilen konteyner desteği dışında
karşılanamadığını ve savunma makamının yalnız bırakıldığını üzülerek ifade
etmek durumundayım. Umudumuz ve beklentimiz yeni adli yılda deprem bölgesinde
halen çok büyük sorunlar içerisinde yurttaşlarımızın hak arama mücadelesinde
yanlarında olan meslektaşlarımızın durumlarının görünür olması ve sunduğumuz
çözüm önerilerinin ivedi şekilde hayata geçirilmesidir.
Bir hususu daha mutlaka belirtmek gerektiği
inancındayım. Eksiklikler, hatalar muhakkak olmuştur ancak içerisinde bulunulan
çok ağır şartlar dahilinde Cumhuriyet Savcılarımızın ve Sulh Hâkimlerimizin
sahada delil toplama çabalarının en yakın tanığı olduk. Yıkıntıların arasında,
adaletin gerçekleşmesi, sorumluların ortaya çıkması için kendi canlarını,
ailelerini bile düşünemeden çalışan adalet teşkilatımızın her düzeyinden
mensubuna binlerce kez teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu vesileyle, hayatlarını kaybeden avukat,
hâkim, savcı meslektaşlarımıza, adalet camiamızın diğer bileşenlerine;
Allah’tan rahmet, Milletimize bir kez daha baş sağlığı diliyorum.
*
Medeniyet tarihi, insan hikayeleriyle; zulme ve karanlığa karşı çıkışın tarihi
ise avukat hikayeleriyle yazılmıştır. Ülkemizin yakın tarihi de bu gerçekliğin
örnekleriyle doludur.
1960 Darbesi sonrası Yassıada
Yargılamaları’nda yasaklama kararına rağmen yargılanmayı göze alarak merhum
Başbakan Adnan Menderes’in avukatlığını yapan Baro Başkanımız Av. Orhan Apaydın
ve kardeşi Av. Burhan Apaydın, savunma hakkının kutsallığını ülkemizin yakın
tarihine tek başlarına nakşetmemiş midir? Türkiye Barolar Birliği Kurucu
Başkanı Av. Prof. Dr. Faruk Erem, 1971 Muhtırası’nda darbeci sıkıyönetim
komutanına telgraf çekerek “Demokrasiye inanmış değerli bilim adamları
emrinizle gözaltına alınmış iken, dışarıda olmaktan utanç duyuyorum. Açık
adresim aşağıdadır. Gereğini emirlerinize sunarım" diyerek karanlığa karşı
durma cesaretini bizlere miras bırakmamış mıdır? Ulusun iradesini gasp eden
1980 darbecilerinin ilk işlerinden birinin İstanbul Barosunun kapısına mühür
vurması tesadüf müdür? 1980 Darbe Anayasası’na kimsenin “hayır” diyemediği ve
nihayetinde Anayasa’nın %91 çoğunlukla kabul edildiği dönemde bile Türkiye
Barolar Birliği Genel Kurulu, bu darbe anayasası hakkında “(…) halkın oyuna
inanmayan ve genel olarak seçimi önemsemeyen, çoğulcu demokrasiye ve çağımızın
tüm sosyal ve hukuksal değerlerine ters düşen, Türk Toplumunu çok gerilere ve
çeşitli bunalımlara sürükleyebilecek nitelikte ... [b]u haliyle Tasarının
düzeltilemeyecek bir öneri olduğu” tespitini ve günümüzü dahi aydınlatan onurlu
duruşunu memleketin yakın tarihine yazmamış mıdır? Bu ülkede kadınların hukuk
fakültesine girebilmelerinin ve hatta bir restoranda serbestçe yemek
yiyebilmelerinin önünü dahi bir avukat, ülkemizin ilk kadın avukatı Süreyya
Ağaoğlu açmamış mıdır? Şu anda, ben bu salonda bu konuşmayı yaparken; ülkenin
dört bir yanındaki adalet saraylarında, isimsiz binlerce hukuk kahramanı, kimin
ihtiyacı varsa onun yanında, hakikati arayıp adaleti inşa etmiyorlar mı? İşte
söz konusu adalet olduğunda; kimsesiz bir çocukla, dünyanın en kudretli insanını
bir mahkeme salonunda eşitleyen, kanun önünde eşitlik ve adil yargılanma
ilkesidir. Adil yargılanma ilkesinin de olmazsa olmazı savunma hakkı ve onun
temsilcisi olan avukattır.
Kutsallığı, zamanı ve mekânı aşan savunma
hakkını temsil eden mesleğimiz hakkında sizlere olumlu bir tabloyu sunmayı çok
isterdim. Ancak avukatlık mesleği bakımından tablonun çok vahim olduğunu ifade
etmek durumundayım. Bugün burada, çeşitli platformlarda defalarca kez dile
getirdiğimiz, mesleğimizin artık neredeyse sürdürülemez hale geldiği genel
sorunlardan, stajyer avukatların, bağlı çalışan avukatların, kamu avukatlarının
sorunlarından ayrı başlıklar altında söz etmeyeceğim. Yönetimimizin geride
bıraktığı yirmi aylık görev süresi boyunca, hemen her günümüz, detaylı başlıklara
ilişkin tespit ve çözüm önerilerimizin ayrı ayrı yetkili kurumlara ve kamuoyuna
aktarılmasıyla geçmiştir. Şu anda Adalet Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk
Politikaları Kurumu ile uyumlu bir çalışma sürecini başlattık. Umut ediyorum
ki, bir sonraki adli yıl açılışında artık bazı sorunların çözümüne ilişkin
somut adımlar atıldığından bahsedebilirim. Şimdi bahsedeceğim hakikatler ise
sadece avukatların meslek sorunu değil 85 milyon yurttaşın içinde bulunduğu
adalet yakarışlarıdır.
*
Mesleğimizi icra ettiğimiz yargı sisteminde hukuka güven alarm vermektedir. Bu
kapsamda en önemli başlığımız; yargı bağımsızlığı ile tarafsızlığının tam
anlamıyla sağlanması, savunmanın güçlendirilmesi ve hukukun üstünlüğünün
içselleştirilmesi olmalıdır. Ülkemiz, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 140 ülke
arasında 116.; Doğu Avrupa ve Asya kategorisinde ise 14 ülke arasında sonuncu
olmuştur. Yürütme temsilcilerinin başkanlık ettiği Hâkimler ve Savcılar Kurulu
(HSK) yapılanması kuvvetler ayrılığı ilkesini sorgulanır hâle getirmekte,
coğrafi teminat düzenlemesinin tabii hâkim ilkesi bakımından önemi ve bu
ilkenin de temel hak ve özgürlüklerle olan bağlantısı nedeniyle hukuka güveni
sarsmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının
mahkemeler tarafından emsal dosyalarda göz ardı edilmesi, en son uygulanması
gereken tutuklama tedbirinin şartları oluşmadığı halde bir cezalandırma aracı
olarak uygulanması örnekleri, başta ifade hürriyeti ve adil yargılanma hakkı
gibi temel haklarda yargıyı hak ve özgürlüklerin teminatı olma işlevinden
uzaklaştırmaktadır. Mahkeme kararları, AYM ve AİHM kararları elbette
eleştiriden muaf değildir. Ancak mahkeme kararlarının ne sebeple olursa olsun
uygulanmaması, hukukun bir bileşen olduğu hiçbir düzlemde kabul edilemez. Halen
kendisinden ilham aldığımız, özlemle andığımız meslektaşımız Uğur Mumcu’nun
dediği gibi “Bir ülkede devletin güvenliği ile hukukun güvenliği eş anlamlıdır.
Devlet güvenliği adına hukuk güvenliğinin ortadan kaldırılması, demokrasi ve
hukuk devleti için ilerde onarılmaz yaralar açar”.
Yargı bağımsızlığının en önemli göstergesi ve hukuka duyulan güvenin teminatı,
hukuki öngörülebilirliktir. Bugün yargı sistemimizin en büyük sorunu; vaktinde
verilmiş, hukuki olarak öngörülebilir nitelikte yargı kararlarına ulaşamamaktır.
Gerek uzayan yargılama süreçleri gerekse hukuki öngörülebilirlikten uzak
kararların çeşitli sebepleri bulunuyor. Bunların bir kısmı, yürütmenin ve
siyasetin, yargı organları üzerindeki etkisiyle ilişkilidir. Basit bir tutum
değişikliği ve hâkimlerimize buna ilişkin güvencenin hissettirilmesiyle
bugünden yarına çözülebilecek bir sorun… Öte yandan öngörülebilirliğe ilişkin
başka yapısal unsurların varlığına da dikkat çekmemiz gerekiyor. Bu unsurlar,
muhakeme sürecinde yer alan aktörlerin hukuki niteliğiyle ilişkilidir.
Liyakatsiz atamalar, bilgisizlik veya tecrübesizlik nedeniyle yargılama
sürecinde yapılan hatalar, siyaset kurumunun hiçbir müdahalesi olmasa dahi
hukukun üstünlüğünü içselleştirememiş olmanın getirdiği tutum ve davranışlar,
sağlıklı ve rasyonel bir argümantasyon yürütüldüğünü ortaya koyacak gerekçeli
karar eksikliği gibi hususlar hukuk güvenliği kavramını sorgulanır hâle
getirmektedir.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Ülkemizin iktisadi olarak içinde bulunduğu enflasyonist ortam ve ekonomik kriz,
hepimizin malumudur. Ülkelerin refahının kalıcı ve istikrarlı bir şekilde
artırılması ve artan refahın tüm toplum kesimleri arasında adil bir biçimde
paylaşılması, ancak hukukun üstünlüğü prensibine dayanan, hak ve özgürlükleri
yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla güvence altına alan demokratik hukuk
devletlerinde mümkündür.
Bildiğiniz üzere 2019 yılında Yargı Reformu
Strateji Belgesi kamuoyu ile paylaşıldı. Ayrıca buna dayanılarak 2021-2023
yılları için İnsan Hakları Eylem Planı hazırlandı. İnsan Hakları Eylem
Planı’nın alt başlığı ve mottosu “Özgür Birey, Güçlü Toplum; Daha Demokratik
Bir TÜRKİYE” şeklinde belirlenmişti. Bu mottoya aynen katılıyoruz: Özgür Birey,
Güçlü Toplum ve Demokratik Türkiye ortak idealimizdir.
İnsan Hakları Eylem Planı, “2.6. Savunmanın
Güçlendirilmesi ve Avukatlık Hizmetlerinde Kalitenin Artırılması” başlığı
altında yer alan g, h ve i bentlerinde bu ideale ulaşılmasını sağlayacak
faaliyetlerden üçünü şu şekilde belirlemiş:
- “Yargıda sosyal devletin bir
gereği olarak maddi durumu yetersiz olan kişilere verilen adli yardım
hizmetleri için avukatlardan alınan vergi oranı yeniden düzenlenecektir”.
- “Zorunlu müdafi ücretleri artırılacak ve bu ücretlerin
gecikmeksizin ödenmesi için evrakların dijital ortamda tamamlanması sağlanacaktır”.
- ‘’Kamu avukatlarının çalışma esaslarına ve özlük haklarına
yönelik iyileştirme yapılacaktır’’
Eylem Planı’ndaki farklı hedefler
doğrultusunda hayata geçirilen olumlu değişiklikleri bizler de memnuniyetle
takip ediyoruz. Çocukların ve suç mağdurlarının adli süreçte ikincil
örselenmelerinin önlenmesi amacıyla oluşturulan adli görüşme odaları ve çocuk
izlem merkezlerinin ülke genelinde yaygınlaştırılması, keza adliyelerde suç
mağdurlarının kendilerini yalnız hissetmemelerine yönelik tedbirler kapsamında
çocuklar, kadınlar, engelliler ve yaşlılar başta olmak üzere, yardımcı olmak
amacıyla kurulan Adli Destek ve Mağdur Hizmetleri Müdürlüklerinin
yaygınlaştırılması, Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı…
Bununla birlikte, Eylem Planı’nda savunma
makamı için öngörülen olumlu adımların atılmadığını ifade etmek durumundayım.
Yukarıda bahsettiğim, adli yardım hizmetlerinde KDV oranı son artış ile yeniden
%10 olmuştur. Ayrıca adli yardım ödeneğinin yetersizliği nedeniyle çok sayıda
meslektaşımız yaptığı işin ücretini yıllarca alamadığı gibi artık Barolar
tarafından görevlendirme de yapılamamaktadır. Nisan ayında yapılan yasal
düzenleme ile adli yardım için ayrılan ödeneğin %2’den %3’e çıkartılmasını
yetersiz ancak olumlu karşılamakla birlikte %1’lik artışın Meclis’in iradesine
aykırı olarak bu seneki ödeneğe yansıtılmamasını halen anlayamıyoruz. Özellikle
ekonomik yönden dezavantajlı durumdaki vatandaşlarımızın adalete erişimi
bakımından sosyal devlet ilkesiyle bağdaşmayan bu durumun ivedilikle çözülmesi
gerekmektedir.
Keza, zorunlu müdafi ücretlerinde, yıllık
enflasyona bağlı olağan artışın üzerinde bir iyileştirme maalesef
gerçekleşmemiştir. Örneğin bugün zorunlu müdafilik kapsamında soruşturma evresi
için atanan bir avukatın yaptığı bu kamu hizmeti karşılığında emeği için takdir
edilen ücret, vergiler düştüğünde sadece 964 Türk lirasıdır. Bu ne avukatın
emeğine ne de insan hakları belgelerine altını çizerek yazdığımız vatandaşın
adalete erişim, adil yargılanma ve savunma hakkına revadır. CMK
görevlendirmeleri için uygulanan Tarife’nin şu anda pek çok meslektaşımız için
açık bir yara olduğunu, basit pansumanlarla giderilmesinin ise artık mümkün
olmadığını tekrar ifade etmek isterim.
Yine kamu avukatlarının özlük haklarına
ilişkin olarak verilen taahhüdün bugüne kadar yerine getirilmediğini de
belirtmem gerekiyor.
Kuşkusuz ki, iktisadi krizler ve ekonomik
darboğazlar geçicidir. Ancak Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın dediği gibi; bir
millet iktisadi krizle düşmez, hukuki ve kültürel yapıdaki derbederlikle düşer.
O nedenle gerek yargı sistemimizin içerisinde bulunduğu olumsuzlukları gerekse
avukatlık mesleğinin ağır sorunlarını dile getirmeyi yasal sorumluluğumuz
olduğu kadar ülkemize olan borcumuz olarak da görüyoruz.
Mesleğimiz dünyada emsali az rastlanır
niceliksel bir enflasyonla niteliksizleştirilmekte ve
itibarsızlaştırılmaktadır. Birçoğunun akademik kadrosunun yetersiz olduğu
görülen 92 hukuk fakültesinden her sene yaklaşık 20 bin mezun sisteme dahil
olmaktadır. Bu, dünyanın hiçbir yerinde kabul edilebilir bir artış olmadığı
gibi, avukatların meslek sorununa değil ulusal bir krize işaret etmektedir.
İnsan Hakları Eylem Planı’na uygun olarak, hukuk fakültelerine girişte
uygulanan 125 bin başarı sıralaması şartı 100 bine yükseltilmişken, yürütmenin
bu olumlu iradesine rağmen bir gecede YÖK kararı ile hukuk fakültesi
kontenjanlarının 125 bine düşürülmesi, ulusal çapta bir hukuk yıkımının
katalizörü olarak tarihe geçecektir. Esasen artık, 100 bin sıralaması dahi
yeterli değildir; ivedilikle yapılması gereken, hukuk fakültesi başarı puanı
sıralamasının kısa vadede 75 bine, ardından 50 bine çekilmesidir. Tekrar ve
tekrar vurgulamak isterim ki, hukuk fakültelerindeki bu niceliksel enflasyon ve
niteliksel düşüş sadece biz avukatların değil tüm memleketin meselesidir.
*
Ülkemizde kitlesel bir şiddet sarmalının her geçen gün daha da hissedilebilir
olduğu açıktır. Ülke genelinde yaşanan cinnet ve cinayet haberleri kaygı
düzeyimizi artırmakta, çocuklarımızın geleceği hakkında bizleri endişeye sevk
etmektedir. Mesleki şiddetin birincil mağdurlarından birinin avukatlar olduğu
ise tartışmasızdır. Ülkemizde avukatlar; aldıkları dosyalarla
ilişkilendirilmekte, anlaşmazlıkların tarafı görülmekte ve şiddetin ve hatta
cinayetin mağduru olmaktadırlar. Avukatların içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik
kaos halinin onları intihara sürüklemesi ise maalesef ki yeni gerçekliğimiz
haline gelmiştir. Bu ülkede avukata dönük şiddet ve avukat intiharları ulusal
düzeyde politikalarla derhal ele alınmalı ve çözülmesi için gerekli adımlar tek
bir gün dahi gecikmeden hayata geçirilmelidir.
*
Ülkece herkese hayırlı olmasını dilediğim yepyeni bir seçimi çok yakın bir
zamanda hep beraber idrak ettik. Bizler, artık kangrenleşmiş meslek
sorunlarının hayatımızın önceki dönemine ait olduğu yepyeni bir başlangıcın eşiğinde
olduğumuza inanmak istiyoruz. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”
ilkesinin en somut ifadesi olan Yüce Meclisimize seçilen hukukçu
milletvekillerine, Türkiye Barolar Birliği Başkanı, ama her şeyden evvel
hukukçu bir meslektaşları olarak gönderdiğim mektupta da ifade ettiğim üzere,
Türkiye Barolar Birliği; yasama organımızın demokrasiye, insan hak ve
özgürlüklerine, hukuk devletinin işlerliğine katkı sağlayacak her adımında;
hukuksuzluklara ve hak ihlallerine karşı verilecek her mücadelede dayanışma
içinde olmuştur; bundan sonra da olmaya devam edecektir. Ancak belirtmek
isterim ki, hukukçu milletvekillerine gönderdiğim bu mektup, olması gerekenden
bir eksiktir. Meslektaşımız ve milletin iradesiyle seçilmiş Milletvekili Can
Atalay’ın olması gereken yer, demir parmaklıklar arkası değil, Anayasa
Mahkemesinin emsal kararları gereğince milletin Meclisi’dir.
**
Gördüğünüz üzere temelde, geçen sene adli yıl açılış konuşmasında dile
getirdiğim sorunlar güncelliğini koruyor.
Ancak kararlılıkla dile getirmek isterim
ki, son sözüm ve teşekkürüm de ölene kadar aynı kişiye, aynı cümlelerle
olacaktır. Çünkü bizim şükranımızın birincil muhatabı da yolumuzu aydınlatan
ışığın kaynağı da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Bize bu umuda ve hüzne doygun coğrafyada
Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet payidar kılacak hukuk devletini yeniden,
eskisinden daha sağlam şekilde tesis etmenin azmini, kararlılığını ve
cesaretini veren, o mavi gözlü Selanikli yetimdir.
“Adalet Mülkün Temelidir” yazılan her
mahkeme salonu ve eşitliğin, hakkaniyetin, adaletin, bağımsız yargının ve insan
onurunun öğretildiği her hukuk fakültesi salonu Mustafa Kemal Atatürk’ün
mirasıdır.
Bizler bugün mirasına sahip çıkmak için cübbelerini yeri geldiğinde barınak,
yeri geldiğinde yıkılması mümkün olmayan çatı, yeri geldiğinde de tahakkümün
karşısında kalkan yapan avukatlarız. Kılavuzumuz, pusulamız, güneşimiz
Cumhuriyet’in kurucu değerleri ve Atatürk ilke ve devrimleridir.
Yeni adli yılın ülkemize hayırlı olması
temennisiyle,
Hepinize saygılarımı sunuyorum.